Dönüşüm Güncesi

Akıl gizlidir, âlem aşikâr.
Âlem görünürdür, fakat onu anlamlandıran, görünmeyenin içindedir. Biz, o büyük denizin yüzeyinde bir damlayız; dalga olduğumuzu sanırız ama aslında sadece suyun ıslaklığından ibaretiz. Her bir varlık, kendi hareketine bakar ve “benim” der; oysa dalganın şekli değişir, ama su hep aynıdır.

Görünür olan âlem, gizli olanın yankısıdır. Dağlar, gökler, insanlar, düşünceler… hepsi o tek aklın nefesinden doğar. Akıl görünmez, çünkü göz onu göremez; ama her şeyin içinden o konuşur. Onu anlamak, kelimeleri değil sessizliği dinlemekle mümkündür.

İnsan, aklı kendine ait sandığında ayrılığın perdesi iner. Oysa akıl, insanın değil, insan aklın elindedir. Dalga suya hükmedemez, sadece onun hareketidir. Biz de o hareketin bir anlık biçimiyiz — geçici ama anlamlı, küçük ama kaynağa bağlı. Ve bir gün dalga durduğunda, ıslaklık kalır; suya ait olan, suya döner. O zaman gizli olan akıl, aşikâr olur; aşikâr olan âlem, yoklukta erir.

Oluş ve olaylara ait perdeler vardır. Bunlar, insanın göremediği bir koruma gibi işlev görür. Zihnimiz, bir şeyi istediğinde onu hemen olsun ister; fakat bazen yollar kapanır, bazen arzu ettiğimiz şey elimizden alınır. İnsan buna üzülür, isyan eder. Oysa bu perdeler, hakikati koruyan örtülerdir. Çünkü insan, kendi kurgusunun sınırları içinde, bunun ardında saklı olan hikmeti göremez. Gördüğünde bile çoğu zaman anlamlandıramaz.

Bir de gönle ait perdeler vardır. Bunlar, insanın iç dünyasını terbiye eden, onu olgunlaştıran ince zarlar gibidir. Gönül, bu perdeleri aşarken incelir, hassaslaşır ve daha çok hisseder. İlim yolcusu için bu perdeler, birer sınavdır. Her aşamada bir perde kalkar; bir perde kalktığında, insan kendi kalbine biraz daha yaklaşır.

Bu yüzden hem dış dünyada hem iç dünyada perdelerle karşılaşırız. Bazen bir olay gecikir, bazen bir hakikat gizlenir. Bazen de bir his doğar ama tam anlaşılmaz. İnsan bu anlarda sabırlı olursa, perde aralanır ve içten bir ışık sızar. O ışık, hem gönlü hem aklı aydınlatır.

Perdeler birer engel değil, birer öğretmendir. Onlar olmasa, insanın kalbi birdenbire açılır, taşıyamayacağı yüklerin altında ezilirdi. Hakikat, her zaman bir perdenin ardından azar azar görünür; çünkü hakikati görecek göz de, onu taşıyacak kalp de yavaş yavaş olgunlaşır.

Simya, dış dünyaya değil iç dünyaya bağlanmayı öğretir.
Ekranlar ışık saçar, ama hakikatin ışığı içeridedir.
Göz, ekrana ne kadar uzun bakarsa, kalbin aynası o kadar buğulanır. Her bağlantı, bir bağışla gelir. Ekranlardan gelen veri akışı, ruhsal sessizliği bastırır. Ekrana her dokunuş, içsel bir dokunmayı erteler. Ve insan, parmak uçlarıyla yaşarken kalp merkezini unutur.

Bu yüzden simyada “sessizlik” altındır.
Sessizliğe giden yolda her şey önce yavaşlatılır.

Simya, geleceği tahmin etmek değil, ruhun dönüşüm sürecini izlemek sanatıdır.
Yolun nereye varacağı, niyetin ne olduğuna bağlıdır. Yıldızlar birer harita değil, yolcunun pusulasıdır.
Simyacının görevi, o pusulayı doğru kullanmak, içindeki kutbu bulmaktır.

Gelecek, dönüşümün yansımasıdır, bir sonuç değil.
Kendini bilmek, dönüştürmek, yönünü belirlemek gerçek gücü getirir.